HakkımdaCihan İşbaşı

BÖLÜM I

Meslek hayatıma çamaşır suyu imalatçısı olarak başladım. 11 yaşındaydım ve haftalığım 2.5 liraydı. Ardından kendi işimi kurdum; kitap ve eski oyuncak satıcılığı. Uzun sürmedi, battım ve kuyumcular çarşısında ‘simultane çırak’ olarak işe başladım. Hem turistlere satış yapıyor hem de Cuma namazlarında dükkanda nöbet tutuyordum. O zamanlardan bende bir itikat görmediler sanırım.

Arastanın namaza gitmeyen tek elemanı olarak, Terme’ye, Ünye’ye altın götürüyordum. Ter içinde ve kendimi bir intihar bombacısı sanarak…

Sonra marangozluk günlerim geldi. Kütük taşımak marangozluk değilmiş sonradan öğrendim. Tekrar kuyumculuk ama bu sefer simultane kalfaydım ve yüzük bile döküyordum. Lisede işi büyüttüm, bir nevi armatörlük. Buğday gemisi boşaltıyor, ambarda dipte kalan bugdayı yeniden kürekleyerek o koca hoover’in çekmesini saglıyordum. Ben olmasam ekmeklerinizin gramajı bile eksik olurdu.

Ardından pazarlamacılık günleri geldi. Orkid demenin ayıp oldugu günlerdi ve ben Sanipak’ta çalışıyordum. Erkek tezgahtarı kolluyoor, kadın içeri geçer geçmez koşuyordum; “abi Orkid eksiğiniz var mı?”. Evet denirse utanmayla vedalaşıp, usulca kolileri indiriyordum. Urfa’dan daha rahattı tabi ama Urfa da lezzetliydi birader. Sıcak, lezzetli, kafi miktarda ölümlü ve bıçkın bir Güneydoğu şantiyesi. Bu İngilizce o zamanlar amma değerliydi!

BÖLÜM II

Üniversiteyle işler entellektüel bir çıtaya yükseldi. Sipariş ödevler, karikatür, şiirli kartpostallar ve tiyatro stajerligi. Teksirle afiş basma ve duvar tipografisi eklendi bir ara. Para yoktu ama prestijli işlerdi. Yasak olduğu iddia edilen dergiler, yayınlar ve sanat yönetmenliği. Tiyatroculuk, şiircilik ve yönetmenlik bile yaptım. ‘Bütçe olmadıgından tek kişilik’ bir oyunla istanbul’a gitmem ve Ortaköy’de bıçaklanan bir adam görmem aynı günlere rastlar. O gün bugün beğenmem bıçaklanmış adam rollerini, hiç görmemişler…

Karikatür bir meslek olmayarak hep devam etti. Gece 3′te bozulan koalisyonun karikatürünü, Üsküdar’dan Taksim’e baskıya yetiştirmişliğim vardır. Kuryeçizeerrrr!..

Tabelacı ve grafiker olarak extralara çıkmam yine aynı yıllara rastlar. Bilmemkimin gelininin yatına, bilmemkimin zodyağında dalgalanıp, ayakta durarak, 3 mt’ik ismini yapıştırmam var ki, o gün bugün, tipografide espası, Fener yat limanının tüm martıları bilir!

Bana aşk acısı demeyin! Ş. Saraçoglu’nun tüm koltuk nu-ma-ra ve harf-le-ri-ni yapıştırıp, sezonun ilk maçında Fener’in yenilgisini gördüm. Tüm koltuklar sahadaydı… Profesyonel futbol bana göre değildi ve reklamcılar illustrasyon diye bişi yapabildiğimi keşfetmişti. Bir yandan reklamcıların söylemesi zor isteklerini yerine getirirken bir yandan yine bir iş arıyordum ki telefondaki ses;”bilmem ki valla Türk erkekleri yapamaz” dedi… Türk degilim hanımefendi dedim ve Türkiye’nin sanırım ilk erkek ana okulu ögretmeni ve çocuk resmi pedagogu olarak işe başladım. Uzun saçlı sakallı ve asla sevimli görünmeyen bir adam ve 4 yaşında 14 muhteşem ‘uzaylıyla’ 2 yıl geçirdim. Onlardan sonra en zoru, geri zekalı insanların arasına dönmek oldu ama n’apalım!

Anaokulu ögretmenligi yaparken reklam ajansından afilli bir teklif alan ve reddeden ilk reklamcı olmam da o yıllara rastlar! Bu arada karikatür hep devam ediyor ve sanırım hala itibar çizemiyordum.

BÖLÜM III

İstanbul’un zengin ve bohem hayatı beni sıkmıştı! Tüm işlerden emekli olup güneye yerleştiğimde hayatımın teklifi de suratımda patladı; Karikatür okulu hocalığı!! Sanırım dünyanın ilk karikatür okulunun, maalesef ikinci hocası bendim. 8 kişilik 100 metrekare bir sınıftan 40 kişilik 24 metrekarelik bir sınıfa kadar gerilemiştik ama olsundu. Sanat büyüsün, belediyenin vizyonu küçülse de olurdu. Reklamcılar ağlarını örmeye devam ediyordu ve ben artık afilli bir ‘artdirector’ olmuştum…

Sonra akademisyenlik gelir. Beyaz sakal, gözlük ve süveter istenen bu meslekte, şehir yüzünden süveterden muhaf olarak; derse camdan girmişliğim, sınavda aşk mektubu yazdırmışlığım ve herkese enn sevdiklerinin ölüm ilanını 25 dakkada ağlaya ağlaya hazırlatmışlığım vardır…

BÖLÜM IV

Son teklifimi geçenlerde aldım. Böbürlenmek değil de örnek olsun diye yazıyorum; “Sesin pek güzel, başları kel, kaşları tüy, maskeli bebelere -hikaye okuyucusu- olur musun?” dediler.

Müşteriler, marangozlar, kuyumcular, sevdi mi bilmem, ama o uzaylılar sevdi ki herhal bunlara haber verdiler. “Olurum” dedim,

belki adam bile olurum.